Kırmızı Bisikletin Kaderi

O gün sınıf öğretmenimiz bahçede bizim için bir sürpriz olduğunu söylemişti. Tabi ki uslu durmazsak alamayacağımız sürprizimiz için, neyle karşılaşacağımızı bilememenin heyecanıyla bir yarım saatliğine dünyanın en sakin çocukları olmuştuk. Ancak bu sessizlik ders bitince yerini çığlıklara, itiş kakışlara bırakmıştı. Herkes bir sürprizi hak ettiğine inanıyordu elbette.

Bahçeye çıkmıştık, karşımızda bir dizi bisiklet, başında da müdür yardımcısı ve Songül öğretmen vardı. Görünen o ki, bu sürpriz sadece bizim için değil, diğer 4. sınıf öğrencileri için de hazırlanmıştı, çünkü bahçede büyük bir kalabalık olmuştu. Aramızda hemen fısıldaşmalar başladı, bisiklet bineceğiz diye heyecanlanmıştık. Ancak henüz bisikletlere yaklaşamamıştık, çünkü iri yarı bir adam olan müdür yardımcısı, o sert duruşuyla bisikletlerin önüne dikilmişti. Hepimiz ondan çok korkardık. Özellikle veli ziyaretlerinde daha da korkunç olurdu, çünkü bizi ailemize kötülemeyi çok severdi.

Konuşmaya başladı;

Sevgili öğrenciler, size bir hediyemiz var dedik, ama bu hediyeyi herkes alacak demedik. O yüzden terbiyeli bir öğrenci olarak sıraya geçin ve konuşmayı kesin!

Sürekli terbiyeli olun dediği için onu terbiyeli müdür diye anar olmuştuk. Bir de annem o zamanlar her haftasonu terbiyeli tavuk yapardı, çok da severdim. Müdür ne zaman terbiyeli dese gülesim gelirdi, çünkü bu kelimeyi her duyuşumda kendimi sosa bulanmış ve bir tepsi üzerinde fırına sürülürken hayal ederdim. Hafif de tombul olduğum düşünülünce, lezzetli bir yemek olurdum herhalde.

Hemen marş sırasına geçtik, herkesin yeri belliydi, ben de sınıfın en güzeli olan Sezin’in arkasındaki yerimi aldım. En güzel yer benimdi ve bu yeri vermemek için çok çaba sarfetmiştim. Yine her zamanki gibi, haklı bir gururla olduğum yerde hafifçe yükseldim. Sanki üzerimden bir sos kokusu havalandı.

İşte böyle. Bakın, ahlaklı ve doğru öğrenci olmak zor değil. Ne güzel sıraya girdiniz hemen. Şimdi beni iyi dinleyin. Burada görmüş olduğunuz bisikletler sizin için geldi. Bisikletleri daha önce başka çocuklar kullanmış, onlar heveslerini almışlar, şimdi de sizi düşünüp, kardeşlerimiz de bisiklet kullansın demişler ki size bisikletlerini göndermişler. Bisiklet sayısı az olduğu için düzgün davranın, biraz kullanın sonra da sıradakine verin. Hadi bakalım, gürültü patırtı istemiyorum! Songül Öğretmen?”

Sonunda Songül öğretmene geçmişti kontrol, o da A şubesi olduğumuz için ilk bizim sınıfı çağırdı, hepimiz olanca terbiyemizle ona doğru koştuk.

Hadi bakalım seçin bir bisiklet, iki tur atın sonra buraya geri bırakın tamam mı çocuklar? Arkadaşlarımızı da düşünmemiz gerek, bu yüzden fazladan tur atmayalım anlaştık mı?

Songül öğretmeni hepimiz spor derslerinden tanırdık ve herhalde onu sevmeyen öğrenci yoktu okulumuzda. Ama o anda kimsenin onu görecek hali yoktu, bir kurt gibi atılmıştık bisikletlere. Herkes bir bisiklet seçiyordu. Bisiklet yığını içinden ilk sıradakiler eksilince, arka sıralardaki kırmızı bisiklet ortaya çıkmıştı, diğerlerinin yanında göz kamaştırıyordu. Bu benim olmalı diye düşünüp ona doğru koşmaya başladım. Mert ve Ali de onu fark etmiş ilerliyorlardı, ama onları geçtim ve önce ben yakaladım bisikleti. “Önce ben geldim” dedim, gözlerimi çakmak çakmak açmış onlara meydan okurcasına bakıyordum. “Hayır önce biz geldik, sen bizi geçmek için hile yaptın” dedi Mert, bir yandan da elini selenin üzerine koydu. Bir an onlara baktım, çok kararlı duruyorlardı ve sayıca üstünlerdi. Ama benim de arkamda Songül Hoca vardı. Sanırım. Belki de gerçekten vardı ama benim gözlerim daha Songül Hocayı seçemeden, Özgür bana seslendi.

Aaaa şuna bak kırmızı bisiklet” dedi yanındaki de. Sesin geldiği yöne döndüm, Özgür ve bir arkadaşı da bisiklete doğru geliyordu. Bir anda bütün hevesim kırıldı. İlk ben görmüştüm ama şimdi herkesin ilgisini çekmişti. Onların da yanımıza gelmesiyle bir grup çocuk kırmızı bisiklet için tartışmaya başladık. Herkes onu almak istiyordu, ama kimse de elde edemiyordu. Birbirimizle itişirken arkadan Songül Öğretmenin sesini duyduk; “Çocuklar, sınıf arkadaşlarınız bir bisiklet seçip gittiler bile, haydi acele edin.”

Arkadaşlar durun bir dakika, aramızda konuşalım ve anlaşalım” dedim. Bunu lafı annem çok sık söylerdi, her seferinde de nasıl oluyorsa işe yarardı, bu sefer de işe yarayacağını umut ediyordum.

Bakın ben ilk önce geldim bu bisiklete dokundum, o yüzden bu benim. Siz de başka bisiklet bulun.” dedim. Mert öfkelenmişti, “Nereden sen geldin, biz geliyorduk, sen bizi görüp önümüze geçtin, sıra bizimdi. Hem biz iki kişi süreceğiz, Ali arkaya atlayacaktı. İki kişi olduğumuz için senden çok biz hak ediyoruz.” dedi. “Ama ben Sezin’in hemen arkasındaki sıradayım ve sizden daha güçlüyüm. O yüzden benim hakkım” diyiverdim. “Ona bakarsan ben bu sınıfın en çalışkanıyım ve hepinizden daha çok hak ediyorum bu bisikleti” dedi Özgür, arkadaşı da onu onaylıyordu.

Tartışma iyice hararetlenmişti, herkes bisikleti hak ettiğini göstermek için bir şey öne sürüyordu. Bu arada diğer sınıflardaki çocuklar sıradaki bisikletleri alıp çoktan tura başlamışlardı bile. Hatta bizin sınıftan iki turu tamamlayıp bisikletini diğer sınıflara bırakanlar bile olmuştu. Ancak biz inat etmiştik, kırmızı bisikleti istiyorduk, bir başkasını değil.

Arkadaşlar, ben kırmızı bisikleti alamazsam başka bisiklete binmem, işte bu kadar!” dedim. Mert hemen cevap verdi; “Binmezsen binme be şişko patates!“. İşte buna deli olmuştum, bana kimse şişko patates diyemez dedim ve o öfkeyle bisikleti ellerinden çektim. Arkamdan bağıranların aldırmadan tam zaferimi ilan edecektim ki, Songül Öğretmen seslendi; “Çocuklar, hemen o bisikleti bırakıp yanıma gelir misiniz lütfen? Hepiniz!“. Songül öğretmenden hiç duymadığım bir ses tonuydu bu, o sevecen insan gitmiş, sert bir insan gelmişti onun yerine. Dediğini yaptık, beşimizi de aldı spor odasına götürdü. Giderken anladık ki, bütün çocuklar bisiklet sürme faslını tamamlamış ve çoğunluğu da sınıfına geri dönmüştü.

Spor odasına girdik, sandalyelere oturduk ve gözlerimizi hiç kaldırmadan sadece yere bakarak Songül Öğretmenin konuşmasını bekledik. Songül Öğretmen konuşmaya başladığında bize bir hikaye anlatır gibiydi, dedi ki; “Bir zamanlar bu okulun bahçesinde çok büyük ve yaşlı bir ceviz ağacı vardı. O ağacın meyveleri o kadar bol ve lezzetli olurdu ki, toplamaya kıyamazdık. Bir keresinde bir kaç öğrenci ağaca tırmanmış, daha yukarıdaki cevizleri almak istemişlerdi. Ama sonrasında ağaçtan inemedikleri için itfaiye çağırmak zorunda kalmıştık. Bazen hocalar mesai bittikten sonra gizli gizli okula gelir cevizleri toplarmış. O kadar ki sevilen ve paylaşılamayan bir ağaçtı işte.” Bir an sessizlik oldu. Bize ceviz ağacı ve kırmızı bisiklet arasındaki ilişkiyi anlayıp anlamadığımızı sordu. Özgür’ün arkadaşı onca sessizlikten sonra birden konuşuverdi; “Ceviz de bisiklet gibi, herkes onu istiyor.” dedi. Songül öğretmen “Aferin sana Samim” dedi. Bu çocuğun ismini nasıl ezberlemişti anlayamadım, kimse onun adını bilmezdi, o Özgür’ün arkadaşıydı sadece, başka birisi değil. “O da kırmızı bisiklet gibiydi, herkes onu istiyordu ama kimse onu gerçekten görmüyordu. İstediğiniz o kırmızı bisikletin lastiği patlamıştı, ancak görmediniz. Diğer bisikletlerden daha yüksekti, bacaklarınız ona çok kısa gelecekti ama fark etmediniz. Neden fark etmediniz biliyor musunuz?” dedi Songül Öğretmen. Samim yine konuştu; “birbirimizle kavga ettiğimiz için” dedi. “Evet, birbirinizle kavga ettiğiniz için, birbirinizle rekabet ettiğiniz için… Kırmızı bisiklet sizde olduğunda bir zafer elde edeceğinizi zannettiğiniz için. Peki bizim ceviz ağacı neden bahçemizde yok artık, biliyor musunuz? Size söyleyeyim; paylaşamadığımız için, onu çok hırpaladığımız için. Paylaşamadığımız bütün bu şeyler, bir hırsa dönüşüyor ve bizi istediğimizin aslında ne olduğunu görmekten alıkoyuyor” dedi.

Susmuştuk. O gün ceviz ağacı hikayesini gerçekten anlayabildik mi bilmiyorum. Ama bir şeyler sezinlemiştik sanırım. Şimdi 34 yıl sonra okulun önünden geçerken, tesadüfen bahçede yeniden yeşermiş ceviz ağacını görünce o günleri hatırladım. Doğumgününde kızıma aldığım bisikletin aynı renkte olması da bir tesadüf müydü acaba?!

Evla.

Yorum bırakın