ÖNSÖZ: Filmi henüz izlemeyenlere duyurulur: Bu yazıyı okumanız, filmde olacaklarla ilgili ipucu verebilir.
Film neredeyse başından sonuna kadar tek bir odada geçiyor. Bu odada farklı alanlarda uzmanlaşmış bilim adamları var, bir de Dünyalı bir adam.
Daha çok Hristiyan’ları ilgilendiren bir film gibi dursa da, filmde bizim akıllarımıza ekmek istedikleri bir şüphe tohumu var, bu peygamberlerin kim olduğuyla ilgili bir şüphe. Aslında, doğrudan dini duygulara sataşan bir film olduğunu da söyleyemeyiz; ancak insanın olayları saptırma, olanları abartma, birşeylere bağlanma içgüdüsünün şiddetine sataştığı kesin.
Karl Marks ‘ın güzel bir sözü var, bu konuyla alakalı bir söz: “Kesin olan bi şey varsa, o da benim bir Marksist olmadığımdır.” (If anything is certain, it is that I myself am not a Marxist.)
Burada, insanın itaat etmeye, yönlendirilmeye, yönetilmeye olan ihtiyacını konuşabiliriz. Bu konuyu açıklayan güzel bir deney var: Milgram’ın itaat deneyi. Otoriteye karşı ne kadar çaresiz kaldığımızı gösteriyor bu deney. Aynı şekilde Stanford Hapishanesi deneyinde de itaat eden öğrencilerin bunalımını görüyoruz.
İşte bu, olanı abarta durumunun, itaate olan eğilimimizden geldiğini düşünüyorum. İtaat edecek, bağlanacak, sıkıca tutunacak bir dal arıyoruz.
“Man From the Earth” filmi de, bu itaatin, bu bağlanma içgüdüsünün nelere sebep olabileceğiyle ilgili bir fikir veriyor insana. Film, bunu din üzerinden yapıyor, ancak bunu siyaset üzerinden de yorumlayabiliriz.
Siyasi otoriteler de, kendilerini takip eden, kendilerine bağlı insanlar sayesinde bir yerlere geliyorlar. Biz onlar için kavga ediyoruz, siyasi görüşümüzü savunurken adam bile öldürüyoruz. O da yetmiyor, bağlandığımız takım için dövüşüyoruz. O da yetmiyor, birini seviyoruz, onu delikanlıca, delicesine, ölürcesine seviyoruz, onun için herşeyi göze alıyoruz.
Bu duyguların şiddeti içinde kayboluyoruz. Özgürlüğü bilmiyoruz ki biz; bireysel özgürlüğün anlamını bilmiyoruz.
Evla